28 Eylül 2007 Cuma

İnsan kaynakları...

Not: Bu yazım, yazdıklarımı üzerine alınacak bazı kimseleri rencide edebilir, ne var ki bu, gerçekleri değiştirmez.

Çok rahatsız edici buluyorum ben bu ismi. İnsan kaynakları. Belki de birimin barındırdığı insanlardan dolayı öyle hissediyorumdur.

Neden rahatsız hissettiğime gelince,
-İK personelinin karşıma geçip, kendisince dünyanın en harika sorularını bana yönelttiği anda bana karşı takındığı bıyıkaltı, çokbilmiş gülümsemeleri olabilir,
-Bugüne kadar işe alım süreçlerinden başka bir şey yürütmemiş insanların performansımı, bilgi birikimimi ve tecrübelerimi aktarırken "ben dünyaları yarattım" edasıyla kayıtsız bir dinleyişe geçmeleri de olabilir,
-Ama kesinlikle, onlar gibi, benim gözümde üç kuruş değeri olmayan insanların, kariyerime iki dudağının arasından çıkacak kelimelerle etki etmesi en büyük nedendir.

Bir İK'cı nasıl olunur? Çok kolay, 2 3 aylık sertifika programlarına gidersiniz, ve işte oldunuz! Özel bir yetenek, inisiyatif veya çok çalışma gerektirmez. Hiç İK'cıların mesaiye kaldıklarını duydunuz mu? Hiç görmedim.

Aralarında tek tük çok kaliteli olan İK'cılar da mevcut, ancak maalesef Türkiye'de İK'nın durumu anlattığım durumda. Daha fazlası için...

Bugüne kadar şansım yaver gitti ve saçma sapan İK prosedürlerine kalmadan iyi işler yapma şansı buldum. Umarım bundan sonra da karşıma saçma sapan İK insanları çıkmaz, ya da en iyi ihtimalle, onlara pazarlık gücümün daha yüksek olacağı bir dönemde rastlarım.
En azından, sinirimi bozacak olası durumlarda hiç bir şey söylemeden çıkmaktansa, unutamayacağı 2 çift laf söylemiş olurum.

18 Eylül 2007 Salı

Nereden geliyor...

Nereden geliyor, bu arayış?
Bu, hayatın gizemlerini çözme ihtiyacı... Üstelik, soruların basiti asla cevaplanamazken.

Neden buradayız?
Ruh nedir?
Niçin rüya görürüz?

Belki de bütün bunları düşünmeden yaşasak daha iyi olur.
Araştırmadan, arzulamadan.
Ancak, insan doğası buna izin vermez. İnsan kalbi buna izin vermez.
Burada olma nedenimiz bu değil.

12 Eylül 2007 Çarşamba

Her saniye biraz daha azalıyor...

Hayatım konusunda sabırsızım.
Gideceğim yere hemen ulaşmak istiyorum, trafikte takılmaya dayanamıyorum, önümdeki gerizekalı yol kenarından geçen kadınlara bakacak diye yavaş gidiyorsa tepki gösteriyorum,
Bir filmi izledikten sonra kötüyse sinirleniyorum,
Bir dosya indirirken bağlantımın kopması beni çileden çıkarıyor,
Sıra beklemek beni rahatsız ediyor...
Bu anlarda aklıma hep şu düşünce geliyor: "hayatım saniye saniye akıp gidiyor ve geri gelmeyecek!"
Kaybetmeye sinirleniyorum.

Sıradan bir insan İstanbul trafiğinde işine gidip gelişlerinde bir günde, (en iyi ihtimalle bir saat gidiş bir saat dönüş olsa) ortalama iki saat kaybediyor.
Bir ayda 40 saat, yaklaşık 2 gün
Bir senede 480 saat = 20 gün
10 senede 4800 saat = 200 gün.

Motosiklet almak için en iyi neden.

Bu rakamlar kulağa çok boş geliyor, insan beklerken ömründen gidenin farkında olmuyor. Ancak bu bedeli aylık peşin ödediğinizi düşünsenize?
Karşılığında hiç trafikte takılmayacağınız söylense, 2 gün boyunca aracınızın içinde bekler misiniz?

5 Eylül 2007 Çarşamba

Zaman kötü...

Şurada demiştim ya, ne amaçla götürdüler acaba kızı diye.
Vitrin mankenine tecavüz eden şehir magandalarımız geldi bir an aklıma.
Umarım öyle bir kazaya kurban gitmemiştir =)

4 Eylül 2007 Salı

Tecrübe

İş ilanlarında çok sık görüyorum...

"Alanında 3-5 yıl tecrübeli" -Gerçekte ne demek istiyorlar?

"Aslında genç ve aptalları arıyoruz.... Delice çalıştırıp, az para verip sömürmek istiyoruz."

Bilimin imajı

Epey bir zaman önce gazetede "Gençler bilimi orta yaşlı asık suratlı erkek" ile özleşleştiriyor diye bir haber okudum. O zamanın Tübitak başkanı hanımefendi (hala aynı kişi mi, kimdir nedir, ilgilenmediğim için araştırmadım) açıklamalarda bulunmuş...

Hoşuma giden bir de laf sarfetmiş: "Türkiye'de insanlar tüp bebek yaptırıyor, olunca da
yatırlara gidip dua ediyorlar."

Muhteşem, değil mi? Bu davranışın altında sosyologları ilgilendiren bir olgu yatıyor. Ne yaptığının farkında olmayan bir sürü insan -ki onları suçlayamam, sadece cahillik, ama az da olsa sorgulama yok işin ucunda. Koyun gibi, manipule edilmeye mahkum.